Frank 1

Tıpkı içinde olduğun bir kalabalıkla, kalabalığın içinde olduğun arasındaki fark gibi. Fütursuz insanlara iyilik yapmaktan bıktım. Birine hak ettiğinden fazla değer vermek, kendine bile yeterince değer vermiyorken, bu kadarıda pes… En son ne zaman konuştun kendin hakkında, ne zaman kendin için bir şeyler düşündün ve yaptın. Etrafından hızlı çekim insanlar geçiyor, bir oraya bir buraya, kulağında kulaklığın, terminaldesin, bayram öncesi koşuşturmalar, konuşsan ne yazar, konuşsan kesin halledersin ama bıktım. Konuşmaktan bıktım. Bıktım çünkü geriye dönüp baktığımda kendi hayatım için, seçimlerim için hiçbir şey yapmadığımı gördüm, konuşsam nolacak anca laf ötesi yok. İnsanlar o kadar aptal ve çaresizler ki, istersem bu dünyanın en çok saygı görülen insanı olabilirim, en zengini yada en güçlüsü de. Ama çantamda hep bir mütevazılık olmadığı sürece ne anlamı olur ki elde ettiklerimin, ruhumun okşanmasından daha hoş değil midir? Bir çocuğun gözünün içindeki gülümseme…

İşte gördün mü? Ne kadar kendinden bahsetmek istesen de, yine konuştuğun, anlattığın kişi sen değilsin, ne zaman kendinden bahsetmek istesen, hep o yol seni başkalarına götürüyor. Yarıda kesme dondurma hayallerinle yine yalnızsın…

Bir poşetin, kar yağmasından dakikalar önceki elektrik yüklü havada dansını izliyorsun, bir oraya bir buraya, bir anda sende katılıyorsun bu dansa, zamanın, hayatının, gençliğinin içerisinde yalnızca bir dakika, bir dakikalığına, kendin oluyorsun hayal et. Hayalet.

Artık diyorum ki, sabah uyansam erkenden, tıpkı bu zaman gibi kışa yeni giriyor olsak, ama pürüzsüz bir güneş doğuyor olsa karşıdaki tepemin ardından ve vursa penceremden tek göz odama. Duştan yeni çıkmış olsam, elimde önceden ısıttığım kahvem, şehre baksam, bakışlarımda ışıltılar, o güne ait programım tertemiz zihnimde canlansa. Akşam senle buluşacak olsak ve akşamki heyecanla giysem üstümü, şimdiki gibi beğenilmek ya da arzularımı tatmin etmek için değil. O güzel günün ilk dakikalarında kendime harcadığım duygularımı, asansörde karşılaştığım aksi kadına versem birazda ve güldürsem Onu, hafif bir tebessümü alsam ondan yanıma, işyerinde ilk günaydın diyecek arkadaşıma versem. Ofisimin perdelerini kaldırsam sonuna kadar, gözümü buruştursam çocuk gibi ve büronun diğer ucundan sen çıksan, bana doğru yürüsen bembeyaz elbisenle, güneş seni aydınlatsa, görünmez olsan yaklaştığında, elinde sabah kahvaltımla açık kapımdan ofisime girsen. Sonra yüzüme baksan, elindekileri masaya bırakıp, yanağımdan öpsen. Öylece dursan, beş dakika soluksuz izlesem seni. Gitsen hızlı hızlı, ben arkandan seni izlesem. Sonra koşup yakalasam merdivenlerde, sarılsam sıkı sıkı ve öpüp bıraksam. Tekrar odama dönerken yüzüme baksa herkes gülümseyerek, herkes seni ne kadar çok sevdiğimi bilse. Günlük işlerimden iki işi kaybedip, dört işi kazansam, gün içerisinde kokun başımı döndürse, kokunu ve seni özlesem, insanın kokusu hiç değişmezmiş ne kadar büyüse de biliyormusun. Sadece senin için yaşasam, senin için çalışsam, senin için nefes alsam, yüreğimdeki kıpırtı yalnız seni gördüğümde başlasa, hani seni ilk gördüğümde içimde duyduğum kıpırtı, hani şu hiç geçmeyen düşündüğümde, sensiz bir hiç olduğum gerçeği. Sensiz bir hiçim hayalim, sensiz bir çöp tenekesiyim, ağzı beraber dolu ama bomboş.

Beraber Pazar gezmelerimiz olsaydı keşke, sokağın diğer ucundaki pazara gidip alışveriş yapıp, senin üzümleri seçtiğin, benimse narları. Ben üzümleri hep ekşi seçerim. Poşetlerimizle hemen ilerdeki banka otursaydık, aklımızda seninde, benimde okuduğumuz bir kitabın kırk ikinci sayfasında geçen cümle. Bir adam bir kadını severse diye başlayan, birlikte hayali sonuçlar üretsek. Sen bir adam hiçbir zaman sevemez desen, ben itiraz etsem, tartışma uzasa, arkadaki parkta biraz yürüsek, seni evine bıraksam sonra. Sen elinde anahtarlarınla oynasan, çinçin sesi gelse, sonra görüşürüz diyerek öpsen beni, koşarak merdivenlerden çıksan sevgilim.

Günün yarısını öldürerek bu kapitalist sistemin hizmetkarı olmak için bu saatte uyanmazdım emin ol, sadece sana erken kalkardım…

Evine girerken kapının eşiğinden bana bakarak seni seviyorum desen, bende diyebilsem mahçup. Kaldırımın kenarından bileklerime hakim, düşmeden yürümeye çalışsam. Yolda köpeğini gezdiren küçük kıza baksam ayrılırken takındığım sırıtmış yüzümle, bana dil çıkararak geçse yanımdan, sessiz bir kahkaha atsam, içimdeki kıpırtıyı hiç kaybetmesem, eve gelince telesekreterdeki ilk not senin sesin olsa.

Babasının kalın sesiyle kendine geldi Frank, “…doğru düzgün bir iş…sana bahsettiğim adamla görü…ne zaman ayrı eve… programın ne bugün?” Söylene söylene masadan kalktı ve antredeki kabanını üzerine atıverdi orasını burasını çekiştirerek, koşarak banyoya geçti, kolonya çarptı suratına eski adamlar gibi, ayakkabılarının bağcıklarını bağladı hızlı hızlı, annesini öptü, kahvaltı masasındaki babasına baktı “akşam görüşürüz.” Dedi. Asansörü çağırdı, bindi, zemine bastı, sonra birden stop tuşu ve tekrar 13 e çıktı, kendi kapısını çaldı, çıkan annesi “yine neyi unuttun” dedi gülerek.
http://www.gagori.com

#frank #beyazelbise #hayalet #benimgagoriköykülerim

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s