Newyork State Üniversitesi, Prof. Michael J. Less Salonu 09:05
-“evet, bayanlar baylar, günaydın” öksürerek sesini düzeltti önce. “bu oturuma katıldığınız için hepinize minnettarım, bugün çok değerli üç konuğumuz var, dilerseniz öncelikle size kendilerini takdim edeyim, sağ köşede Ulusal Uzay Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Henry McDonnewell, Princeton Üniversitesi Fen Bilimleri Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Andy Fontein, ve hemen yanında sizlerinde yakından tanıdığı Üniversitemizin sahip olduğu en iyi bilim insanlarından Fen Bilimleri Ana Bilim Dalı Başkanı ve Uzay Eğrileri Sistematiği Kürsüsü sahibi Prof. Dr. Edward Kempins.” Kempins kendini işaret etti, salonda gürültü kıyamet, bu sabahın ölü sessizliğini yok etti alkış tufanı… Islıkla tezahürat edenler bile var… Edward kalabalığı eliyle sakinleştirmek istediysede kalabalık dahada coştu, oturumu yöneten moderatör, aynı zamanda Üniversitenin Matematik Fakültesi Dekanı ve Newyork Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Robbie Tchaikovsky araya girdi, kürsüye geçerek mikrofona üfledi, iki tıklattı ve kalabalığa seslendi,
-“beyler, bayanlar, lütfen, sessizlik” bu otoriter sert adam karşısında sus pus oldu hepside, -“huzurlarınızda oturumu açması için Profesör Edward Kempins; kürsüye buyrun Profesör”
Biraz önce kopan alkış, bu sefer Robbie Tchaikovsky’ nin sert bakışları altında ezildi. Sahneye dogru kürsünün hemen arkasından yürüyen Edward, bir ara mikrofon kablolarına takılıp sendelese de, orta yaş cazibesini hala koruyordu, kürsüye çıktı, elini kır saçları arasında gezdirdi, sonra konferans salonundaki kalabalığa bakarak,
-“Gençler, gençliğini hissedenler ya da… kendini kandıranlar” dedi. Salonda yine gülüşmeler başladı, Edward’ ın kalabalık ortamlarda sergilediği karşı konulmaz rahat tavrı, makamları umursamadan seyirciye oynaması hep yandaş çekerdi yanına, onları güldürmekten büyük keyif alır ve aklına koyduğunu yapar keyif verirdi etrafına.
-“Evet” dedi, yüzündeki ifadeyi düzelterek. “Biraz ciddileşelim artık, görevimiz dünyayı hatta evreni kurtarmak, ıı…yaptığımız son çalışmalar ki ben ve ekibim bu konu üzerinde uzun yıllardır tartışıyor, sorguluyor, çeşitli makaleler yazıyor, bunu insanlık için yayımlıyor, kısacası çalışıyoruz, işimizi yapıyoruz çok abartmayalım, bu süre içinde önemli olabilecek çoğu otoriteninde dikkatini çeken, bağımsız bilim kurullarından geçer not alan teori ve buluşlara imza attık, bunlardan bir kısmı üniversitemizin aylık dergisindede yayımlandı. Ellerinizdeki o kaydırılan nesnelerden sıkılıp en son ne zaman bir dergi okudunuz bilmiyorum ama, üzülerek söylemek istiyorum ama sosyal medyada yokuz. Gelelim yapmak istediğimize; Konu aslında görülebilir evrenin ötesinde, paraleller var mıdır? sorusuyla başladı; yani başka evrenler de var mıdır? Sorunun cevabı aslında basitti çünkü kuramı sabitlenmiş bir cevabı var, Sonsuz sayıda evren var, uzay zaman sürekliliği böyle bişey. Einstein’ın kâğıda döktüğü paralel evrenler kuramını daha detaylı matematikle keşfetmeye çalıştık, tabi matematik aynı matematik, sürekli kendini geliştiren bir sarmal, aynı uzay gibi sonsuz. Profesör Hubble kendi rasathanesinden, taa 1913 yılında yaptığı gözlemlerde; güneş sisteminin de içerisinde bulunduğu saman yoluna benzer takımadaların aslında birer yıldız kümesi değil, aynı bizim güneş sistemimizde bulunan gezegenlerin x zamandaki yansıması olduğunu öne sürmüşsede bu o dönem deli saçması olarak görülmüştü.” Ön sıradan bir el havaya kalktı. Edward Kempins izin verdi.
-“Profesör, BioNükleer Bilimler Fakültesi Nükleer Moleküler Sistemleri 3. Sınıf öğrencisi Amy Deborah efendim; Einstein’ın genel görüşü; evrendeki tüm maddelerin sürekli bir çekim gücü olmasıydı. Sizin ortaya koyduğunuz görüş bir çekimden çok bir boyuta benziyor, kitabınızda bahsettiğiniz ve bu oturumun konusu, daha doğrusu benim anladığım. bu sizce fazla cüretkâr değil mi? Doktor.”
-“Öncelikle konuya buradan girmek istemezdim, ama görünüyor ki içinizden bazı arkadaşlar cep telefonunda like atmak yerine makale okumuş, ham beyinlerinizin bilgiye aç zihinlerini seviyorum… Hayır, çocuklar! Neden cüretkar olsun, teorileştirilmemiş birşeyi keşfetmiyoruzki burda, sadece Einstein’ın rölativite teorisinde; eğimli uzay, zaman yolculukları ve kara delikleri ortaya koyduğu tezleri geliştirmeye çalışıyoruz. Size Flatlandlıları anlatmıştım hatırladınızmı; durun tekrar anlatıyım, Flatlandlılar iki boyutlulardı ve iki boyutun ötesini hayal dahi edemezlerdi. Farz edelim; Flatland ülkesinde yaşayan bir kare, başka bir boyuttan gelen küreyi görsün, sizce küreyi nasıl görür?” Arka sıralardan biri “Daire” diye bağırdı, Kempins heyecanla “Evvet, Tabii ki onu bir küre gibi değil sadece yüzeysel olan bir daire şeklinde görür. Yani diger bir değişle boyutun ötesini bilmiyorsak, o boyutu hayal dahi edemeyiz. Fakat aynı kareyi alıp 3 boyutlu bir yere taşısak, küp haline geldigini görecekmidir, daha sonra tekrar Flatland’ a bıraksak, bu seferde Flatland’lılarda ona inanmayacak, belkide onu dışlarlar ne dersiniz. Kare her ne kadar küp olduğunu iddia etsede, Flatlandlılar, iki boyutlu dünyalarında onu bir kare gibi görmeye devam edecekler. Peki, Flatland’ a bıraktığımız kare, daha önceki tecrübesine dayanarak küreyi bir disk biçiminde algılamayı bırakıp onu bir küre biçimde hayal etmeye başlamaz mı? Başlar. İşte bizim yaşadığımızda tam olarak bu çocuklar. Üç boyutlu dünyamıza, dört boyutlu cisimler geldiğinde onları biranda yanan bir anda sönen ışıklar gibi görürüz, hayal edemeyiz ve hatta inanmayız, aslında o görüntüler dört boyutlu evrenlerin hatta beş boyutlu evrenlerin bir yansıması bile olabilir. Sebebi uzunluk, genişlik, yükseklik kıskacına takılan 3 boyutlu zihinlerimiz, işte merak unsuru en kıskandıran rengiyle burada devreye giriyor çocuklar. Matematiğe göre evren 1000 boyutlu bile olabilir. Einstein paralel evrenler teorisini ortaya atarken bu paralel evrenlerin arasında birbirine değmeyen çekim güçleri olduğunu öne sürmüştü. Yani her zamanki parlak teorisi dediğiniz bayan Deborah, çekim gücü, o sadece nesnelerin değil, evrenlerin çekim gücünü düşünmüştü. “Maddenin çekim gücü”. Hepinizin de bilim kurgu filmlerinden tanıdığı kara delikler bu çekimin vakumları olarak adledilir. Kara delikler konusuna da gelmişken birkaç noktaya değinmek istiyorum. Kara delik teorisinde çok kuvvetli çekim güçleri etrafında toplanmış evrenlerden bahsedilir. Ve bu evrenler sürekli olarak küçülerek bir huninin ağzından elektrikli süpürgeyle çekilir gibi sürüklenirler. Dr. Albert Einstein ve yakın çalışma arkadaşı Nathan Rosen’ın teorisi. Kara deliklerin her birinin birbirine bağlı olduğu kuramı. Ve bir boyuttan diğerine geçiş imkânı sağlaması. Oluşan yüksek çekim gücüyle küreler büzüşerek bir uçtan çekilir ve diğer uçtan farklı bir boyuta fırlatılır. Buna Einstein-Rosen köprüsü denir. Peki, bu köprü boyut değiştirmemizi sağlarken aynı anda zamanda bir kırılma meydana getirmez mi?” konuşmanın ortasında dışarıdan bazı sesler gelmeye başladı. Sanki bir şeyler devriliyordu. Salonun sağ tarafındaki büyük kapısından sırıtarak içeri girmek için izin isteyen biri göründü. Başını kapıya doğru uzatan Prof. Dr. Robbie Tchaikovsky;
-“Lütfen sessizce boş koltuklara geçin Bay Armham” dedi, “Erken kalkmak günümüzde erdem olarak kabul ediliyor” diyede yapıştırdı lafı herkesin içinde, nedense Robbie Tchaikovsky’nin Peter Armham’ a karşı hep aşağılık bir sıçan gibi davranması artık kanıksanmıştı herkes tarafından. Peter yerine geçti, kağıt kalem çıkardı alelacele. Heyecanlı gözlerle hayranı olduğu Edward Kempins’ in konuşmalarını not almaya başladı, arkadaşlarının alaycı bakışları altında… Yazmaya devam etti. Hiçbir derste vasatı geçemeyen Peter nedense Prof. Kempins’ in derslerinde kayda değer bir başarı sergiliyor, sınıf birinciliğine oynuyordu. Konferansı pür dikkat dinledikten sonra, soru sormak için aldığı notları temize geçti, her defasında tam soracakken tekrar düşündü, duraksadı, yapamadı. Sonunda konferans tam bitecekken eli zaten sürekli yarı havada olduğundan, uğultunun içinden “-evet, siz” diye bir ses duydu, afalladı. Bütün kalabalık bir anda Peter’ a doğru döndü. Hatta oturumu kaydeden kamera bile ışığını Peter’a çevirdi.
-“Bbben mi?”dedi işaret parmağıyla kekeleyerek.
-“Evet, siz sarı kazaklı beyefendi.” dedi Prof. Kempins. “Dakikalarca kolunu o şekilde tutarsan kangren olacak, seni bu durumdan kurtarmak için seni seçtim“
-“Ben, ben…” etraftan gülüşmeleri duyabiliyordu, bu sefer cidden rezil olmuştu. Odaklanma sorunu vardı. Biraz bekledikten sonra hiç ummadığı bir tepkiyle karşılaştı.
-“Peter. İnsanlar konuştuklarıyla anlaşılır, yazdıklarıyla ise ölümsüzleşir. Bence artık konuşma vaktin geldi. Hepimizde biliyoruz ki, ne kadar belli etmesen de, konumuzla ilgili bu salondaki bir çok kişiden daha fazla bilgiye sahipsin” dedi ve göz kırptı. Peter zor duruma düşmüştü fakat aynı zamanda gururu okşanmıştı. Ayrıca Profesör ismini biliyordu, daha ötesi var mıydı? Konuşmasına etrafa ürkek bakışlar atarak ve öksürerek başladı.
-“Profesör, konuyu en başından alarak düşünmeye çalışıyorum, Einstein’ ın en büyük buluşu E=mc². Dünyanın en ünlü denklemi. Enerji, madde çarpı ışığın karesi. Yani madde, enerjinin ışığın karesine bölünmesiyle oluşuyor. Bu denklem bize maddenin en küçük yapı taşı atomun parçalanma şifrelerini verdimi? evet. Çok kolay bir şekilde anlaşılabilir ki, maddenin var olması için ışığa ihtiyaç var. Hali hazırda bir maddenin yok olmaması, yok oluyor gibi davranması ya da ne biliyim bizim bu şekilde göremiyor olmamız, sizin paralel evrenlerde maddenin farklı formlarının atıyorum 80 boyutlu, 42 boyutlu olarak yer alması, Düşünsenize 13.82 milyar yaşında bir evrenden bahsediyoruz ve büyük patlama sonrası sürekli genişlediği tahmin ediliyor, yani bu demektirki bize ulaşabilen en eski ışık kaynağı 13.82 milyar yaşında belli mi olur belkide artık kızıla kaymıştır, görülebilir dalga boyunu çoktan geçmiştir, ama kızılötesininde altında olması, yok olduğu anlamına gelirmi? Daha basit anlatıyım “su”. Buharlaşan su aynı miktarda gaz ve yeniden aynı miktarda su haline gelir doğrumu. Anlamadığım ise şu; Bu örnek kendi boyutumuz için tamam. teoriyi farklı boyutlara endekslediğimiz zaman maddeyi eski haline geri dönüştürmek… bir madde sadece şekil değiştirerek içeriğindeki enerjisini kaybetmeden, bir başka boyuta nasıl aktarılırki, bu ya su olur yada gaz. Ne yani taşınma teorik olarak mümkünsede bu duruma pratik olarak mukavemet gösterecek bir insan olduğunu sanmıyorum. Buraya mı gelecektiniz bilmiyorum ama anlattıklarınızdan bunu anladım ve bunu öğrenmek isterim Profesör, teşekkürler.” Ne yaptım ben der gibi etrafa önce baktı, sonra elinde not tuttuğu kalemle başını kaşıyarak oturdu. Peter’ın ön sıradaki arkadaşları, “teşekkürler Profesör” diyerek agzını mezeleyerek dalga geçseler de, kendini daha iyi hissettiği kesindi. Profesör sadece şunu söyledi.-“Embriyo yu bilirmisiniz bay Armham, sizler arkadaşlar, insan embriyosundan bahsediyorum. Sanırım hepiniz görmüşsünüzdür, Şimdilik onu “kaplayan zar” diyip konferansa noktayı koyuyorum. Biraz meraklanın parlak beyinler ve düşünün. Bu iki konuyu birleştireceğimiz oturum saat 13 de başlayacak, hepinize teşekkür ederim.”
Herkes uzun bir filmden çıkmış gibi hissediyordu. Konferansın bitimi ile arkadaşları Peter’ a Sbarro’ da pizza yemeye gideceklerini söylediler, O’ da onlara “bekleyin geliyorum” dedi. Bütün konuşmacılar kürsüden aşağı inerken, çantasına dokümanlarını yerleştirmekte olan Edward Kempins salona doğru baktı ve Peter’ ı gördü, yanına çağırdı. Peter bu sefer arkadaşlarına “siz çıkın ben size yetişirim” dedi.
Profesör -“Bay Armham, eğer daha önemli bir işiniz var ise size rahatsızlık vermeyelim” dedi.
-“Hayır, Profesör, lütfen buyrun”
-“Peter, dersime olan ilgini yakından takip ediyorum, fakat öğrendim ki diğer derslerde aynı özeni göstermiyormuşsun, sebebini öğrenebilir miyim?”
-“Sadece ilgimi çekmiyorlar Profesör”
-“Hımm, arkadaşlarını bugünlük ek, seninle öğle yemeği yiyelim, ne dersin?” yüzündeki sırıtmayı silemeyen Peter,
-“Tabii, zevk duyarım” dedi. Birlikte okulun merdivenlerinden en üst camlı kata çıktılar, okul hayatı boyunca orada Profesör ve dekanların hatta ünlü simaların yemek yediğini biliyordu, fakat hiçbir zaman oraya çıkmamıştı, çıkamazdı, çünkü yasaktı. Yemek salonuna geldiklerinde uşaklar kapıları tutuyor, garsonlar can siperane siparişleri masalara getiriyordu, kapıdan içeri girdiğinde Peter’ ın nutku tutuldu, profesörler yuvarlak masalarda yemeklerini yerken, hararetli tartışmalar yaşanıyor, masalardan bazılarında ise film yıldızları, politikacılar hemen seçiliyordu. Edward, Peter’ ın kolundan tutarak çekti ve ünlü işadamı George Timbar’ ın oturduğu masaya oturttu. Bu arada selamlaşan ikilinin samimiyeti, Peter’ ı afallattı.
-“N’aber George”
-“iyilik, senden Edward?”
-“Lakers maçından bu yana, eh işte bildiğin gibi, hatırlıyomusun son çeyrekte yanımıza gelen hanımefendiyi…” Edward kaşlarıyla hayır demek istediysede George Timber muzip bir çocuk gibiydi her zaman. -“Peter hemen döneceğim” deyip masadan ayrılan Profesör hızlı adımlarla tuvaletin yolunu tuttu. Bu arada masadaki diğer Profesörlerle sohbet eden George Timber, devletin geliştirme fonu rakamlarından dert yanıyor, etrafındakileri komisyona baskı için etkilemeye çalışıyordu.
-“Son çıkarılan bu yasa bizim gibi teknoloji şirketlerinin önünü resmen tıkıyor, sizce kaç akademisyene danışılıp bu yasalar çıkarıldı. Geçen çeyrekte TIC olarak dünyaya sunduğumuz yeni ürün cirosu kırksekiz milyar dolar. Beyler şu anki arge fon tutarı 130 milyon dolar. Sizce cironun binde 2 si olan bir sektör nasıl gelişir, nasıl olurda yenilikçi teknoloji üretir. Göreceksiniz bir süre sonra biz ve tüm bizim gibi firmalar sadece mutfak robotu üretecek” George tamda havaya girip şirketinin reklamını yapmaya başlayacaktıki tuvaletten dönen Edward araya girdi.
-“Timber’ lar da ki kibir babadan oğula geçiyor, herhalde” dedi masaya gülerek. Masada bir kahkaha koptu. Peter’ ın kafasındaki o korkunç, makale kitap sınav dışında hiçbir şeyden anlamayan Profesör takımı, bir anda dağılmıştı. Birbirleriyle dalga geçiyorlardı. George bu lafın üzerine Edward’ a döndü ve,
-“Ee, Edward, hep benimle uğraşırsın zaten, şimdi anlat bakalım bu yanındaki yakışıklı beyefendi kim?” hemen elini uzatan Peter;
-“Peter Armham efendim, sizinle tanıştığıma memnun oldum”
-“Ooo, o şeref bana ait bay Armham, bu arada ilginç ve zor söylenir bir soy ismin olduğunu sana daha önce söyleyen oldumu?” herkes ağzı açık şekilde tam gülmeye hazırlanıyordu ki.
-“Hayır, efendim” dedi Peter kendinden emin. Biranda herkesin ağzı düştü.
-“Bazıları kibir, bazıları gururlarıyla yaşar Edward” dedi George Timber bilmiş bir ifadeyle.
-“Kibirle gurur arasında o kadar ince bir çizgi vardır ki George, biraz fazla onur, kibir; biraz fazla kibir, onursuzluk getirir.”
-“Profesör, bu özlü sözlerinle yine kendimi kaybettirdin bana, sanırım kadınlari böyle tavlıyosun” dedi George Timber kibirli bir şekilde, -“Yemekleri soyleyelimmi artik cok aciktik” dedi.
-“Peter biliyormusun, senin yaşlarında, çok güzel kız arkadaşlarım vardı.” diyen George’a Karşısında onu gülerek izleyen Edward söze girdi.
-“Yapma George! Peter özür dilerim Vakıf üniversitesi olmamızdan dolayı bu adama katlanıyoruz işte, en büyük bağışçılarımızdan” dedi.
-“Neden Edward, bu salondaki herkesten daha şanslı olduğunu hatırlatmam yanlış mı? Biz yavaş yavaş betonlaşmaya, küleşmeye, topraklaşmaya doğru ” utanan Peter gülümseyerek yanıt verdi.
-“Teşekkür ederim efendim, bir kız arkadaşım var”
-“Peter, Peter, Peter, bu yaşları çok ararsın sonra, tabii ki sevmelisin, aşık olmalısın,ama sadece birine takılmak, en azından bana göre değil, biz erkekleri yaşatan şey kadınlardır” masadaki bayan profesörlerden biri,
-“Bay Timber o kadar açık sözlüsünüz ki, daha açık olup size yanıt vermeye çekiniyorum” dedi. bu ikili konuşmanın gideceği yerden kaygılanan Edward tekrardan araya girerek,
-“Sen bize bakma Peter, seni sorularımızla sıkmayalım, haydi arkadaşlarına katıl, bugün seni yeterince tuttum, asıl konuşacağımız konuya gelemedik ama, daha sonra detaylıca konuşuruz. Bugün beni kırmayıp katıldığın için teşekkürler” dedi. Peter teker teker masadakilerin ellerini sıktı ve salondan ayrıldı. İçinde farklı heyecanlar kopmaya başlamıştı bile. Sanki gizli bir gruba üye olmuş gibi hissediyordu.
#flatland #hikaye #story #paralelevren #einstein #rosenköprüsü #kozmiklatte #enerji #madde #ışık #hubble #olbersparadoksu #peter #edward #benimgagoriköykülerim