Sivri topuk sesleri lobide yankılanmaya başladı, seri adımlarla otelinden çıkan Jennifer’ ın arkasından eğilerek sinsice yaklaşan Fredy,
-“Efendim, bu gece için özel olarak istediğiniz herhangi bir şey var mı?”
Açık bal rengi gözlerinde yanan alevi gördüğünde bir adım geriye gitti Fredy.
Zarif bir gülümsemeyle,-“teşekkürler” dedi sadece ve Hughtainton Otelinden çıkarak, kendisini bekleyen taksiye bindi, arkasında da yalaka Fredy tabi.
-“iyi geceler efendim.”
Şoföre –“More&Most lütfen” dedi. Sonra omzundaki çantasını çıkartarak,
-“8 den gidelim, 12 bu saatte çok sıkışık olur, bu arada 34 ve 52 yi de kullanmayın lütfen”
-“tabi efendim” dedi yaşlı taksi şoförü,”10 dakikaya ordayız.” Gerçektende Manhattan sokaklarında mesafeler kronometreyle daha önceden tutulmuş gibi geçiyordu.
-“Efendim” dedi taksi şoförü 9 dakika sonra.
-“teşekkürler” .-“Buyrun” diyerek parayı uzattı. Cebine hamle yapan taksicinin omzuna dokunarak-“üstü kalsın” dedi. 15 dolar iyi bahşiş.
-“teşekkürler bayan” dedi şoför. Taksiden çıkar çıkmaz Üzerindeki Portmantosunu çıkartarak çantasının üzerine attı, gözündeki gözlüğü başına doğru itti. “Hoş geldiniz” diyen görevliye, nazikçe gülümsedi. Aynı görevli,
-“yardımcı olabilir miyim? Efendim” diye sordu.
-“ bir arkadaşımla burada buluşaca…” derken George’ u gördü, George elini kaldırarak bulunduğu yeri işaret etti. Aynı şekilde O’ da elini kaldırdı.-“sanırım buldum, teşekkürler” dedi görevliye. Ayağa kalkan George, ellerini açarak,
-“geldiğine ne kadar sevindim bilemezsin, bir dostla konuşmaya o kadar ihtiyacım var ki” çantasını ve portmantosunu sandalyenin üzerine öylece bırakan Jennifer,
-“Ne oldu sana, sesin telefonda çok kötü geliyordu. İyi misin, işle mi ilgili?”dedi.
-“Hayır canım, konu…babam…” dedi nefret eder gibi…
-“kaçıncıyı içiyorsun George…”,
-“buranın Santa Bourbon’u müthiş, bence sende denemelisin, Garson! Garson!” diye bağırmaya başladı. Eliyle Goerge’ u sakinleştirmeye çalışan Jennifer,
-“George, tamam, bourbon eminim iyidir” dedi. Ve Garsona işaret parmağıyla eğilmesi için yaklaşmasını söyledi. “bir buzlu white eagle lütfen.” diyerek aralarında anlaştılar. Jennifer, George’ un sırtına elini hafifçe koyarak,
-“Anlat şimdi, ne oldu da babana bu kadar sinirlendin.”
-“Ona sinirlenmek mümkün mü, O her şeyin en doğrusunu bilir, hata kabul etmez, O ve O’ nun doğruları… Küçük bir çocuk gibi, çalışanlarımın önünde hiçbir işe yaramadığım izlenimi vermekten zevk alıyor. Nefesi hep ensemde, kendi başıma atabileceğim iki adımı bile bana çok görüyor, Jennifer anlıyorum, bana yardım etmeye çalışıyor ama bunu yaparken kırıyor, incitiyor, bir çocuk gibi azarlıyor, bana hiç alan bırakmıyor.”
-“Hadi ama George sana özgürlük mü lazım? Nerden çıkarttın tüm bunları, yaşlı kurt McGregor’ u bilmeyen mi var? Onlar büyük buhranın çocukları, böyle düşünmeside çok normal üstelik, hep bir tedirginlik var içlerinde, hep bir şüphe beyinlerinde, sanki her an herşey ellerinin arasından kayacak gibi düşünürler… Bak hayatım, bizler yaşanılan bu tarihte dünyanın zengin doğmuş, hiç bir işe yaramayan, şımarık çocuklarıyız, Etiketimiz bu. Ne bir savaş gördük, ne de batan bir ekonomi, evet çok büyük sorunlar ve acılar yaşadık, ama hep sıfırın üzerinde kalabilmeyi başardık. Savaşımız aslında kendimizle, yaşadıklarımız bize ganimet kazanmanın, ganimet biriktirmekten daha cazip olduğu izlenimini verdi.” Jennifer’ ın gözlerinin parlaklığında yok olan George, aynı yoklukta belki de yeniden küllerinden doğuyordu. Gerekli olan cesaret iksiri, yavaş yavaş kalbine kan pompalamakta olan damarların alyuvarlarını ele geçirmeye başlamıştı, iyi niyetli bir virüs gibi her yerini ihtilal ateşi sarmıştı. “bizler özel sanıyoruz belki kendimizi, belki de öyle hissetmemizi istediler, öyle ol dediler, peki gerçek bu mu? Sen o kahrolası paparazzi dolu hayatın uğruna nelerden feragat ettin ha George, soruyorum, neleri gerçekten istedin ve ne kadarını istediğin kadar yaptın. Bir griliğin içinde kaybolmamak için babalarımızdan aldığımız güce, lacivert kolluklar dikmekten öte ne yapıyoruz. Bazen bu kadar koşuşturmanın, gelir gider hesabının, adaletsizliğin içinde, masamdan pencereme baktığımda karşı binanın 6.katında küçük bir evin balkonundaki bahçeyi gözetlerim, yanlış anlama gizlice değil, o bahçede oynayan sarışın mavi gözlü ufak bir kız çocuğuna bakarım ve inanır mısın? Her gün bir sincap 8.caddenin ortasından geçer, su borusundan bu küçük şirin çocuğun oyun oynadığı bahçeye tırmanır. Ve birbirleriyle konuşurlar sanki, sincap çocuğun oyuncaklarını minicik elleriyle taşır. İşte öyle bir şey gördüğünde sanki Tanrı sana bakar. Bir an için dikkatliysen sende bakabilirsin ve ne görürsün biliyor musun, saf bir güzellik, bazen Tanrı’ nın sincap kılığında aramızda dolaştığını düşünmüyor değilim.” Ağzı açık Jennifer’ ı dinleyen George, eliyle işaret ederek,
-“dur, dur, dur ne yapıyorsun sen” sonra Fitch’ e döndü,”Fitch, hey Fitch, ne içiyorsa, aynısından” dedi, sonra tekrar Jennifer’ a dönerek, “Jennifer inan böyle bir şey beklemiyordum, İsa gibisin önce öldürdün, sonra dirilttin, düşüncelerimi temelinden sarstın.” Sonra ellerini açtı ve Jennifer’ ın sarılmasını beklemeden, kocaman sarıldı, yanağına yine kocaman bir öpücük kondurdu. Ellerinden tuttu “teşekkürler dostum, iyi ki varsın.” Dedi. Bir sürelik sessizliğin ardından, “meğerse psikologuma ödediğim onca para boşuna gidiyormuş vay canına” dedi. Kısa gülüşmeler sonunda, masadaki telefonunu aldı. 3 tuşuna uzunca bastı, 2 kere çaldıktan sonra,
-“buyrun efendim” dedi karşıdaki ses.
-“John bizi More&Most’ tan alır mısın? 5 dakikadan çıkacağız buradan,
-“hemen efendim” dedi John, ve dediği gibide 5 dakika içerisinde kafenin önünde idi. Masaya gelen hesabı ödeyen George, yan sandalyeden çantasını Jennifer’ a uzattı ve giyinmesi için portmantosunu tam bir centilmen gibi tuttu. Fitch Onları karşılamak için dış kapıya doğru geldi ve,
-“iyi akşamlar efendim” dedi başını hafifçe öne eğerek. Önden çıkması için eliyle buyur eder gibi müsaade eden George, hemen araca doğru hamle yaptı, hali hazırda kapıyı tutmak için araçtan çıkan John’ a kendisinin halledeceği şeklinde bir işaretle Nazik bir beyefendi gibi, Jennifer’ ın kapısını açtı,
-“genç bayan” dedi.
-“genç?” dedi Jennifer başını sallayarak, zarifçe ayaklarını araca attı, George’da kapıyı hafifçe örttü, koşarak aracın arkasından dolandı ve araca atladı.
-“John” dedi. “bayan Hughtainton” Jennifer cümleyi tamamladı.
-“Bronx, 13. Site.”
-“Evet John, bayanı duydun, sür bakalım.”
-“Nasıl isterseniz, Bay Timber” dedi ve Lacivert Bentley’ ın gazına hafifçe dokundu.
#jennifer #george #fitch #benimgagoriköykülerim
Devamı 🙂
BeğenLiked by 1 kişi
cok yakinda😀
BeğenBeğen
Kolaylıklar dilerim o zaman
BeğenLiked by 1 kişi
tesekkur ederim Kemal Bey.
BeğenBeğen
Aaa bende bekliyorum ama.👍☺️
BeğenLiked by 1 kişi