Maru 2

Leyla; bir Berfê değil belki…hokka burnu, tek yanağında gamzesi, menekşeden gözleriyle, güldüğünde herkesin “bir daha” diye beklediği, Esmerden biraz daha esmer, bir küçük deli çay, fındık kurdu tam. Üniversite eğitimini Zürihte tamamlamış bir Tebrizli aslı. Babasından Atasından Bahai. 5 yaşına kadar yaşadığı ve çok sevdiği vatanı İranda, gördükleri zulümden mütevellit İsrailin Hayfa şehrine göç etmiş bir büyük komün, tıpkı ataları gibi orayı yurt ettiler kendilerine. Çok küçük yaşlarda Arapça ve ibraniceyi ögrendi Leyla, entellektüel bir ressam olan dedesinden de Fransızcayı, kendi çabasıylada Urducayı. 15 ine geldiğinde 7 dil biliyordu bu gözleri kıvılcım saçan kız, yaşıtları oje sürmeyi ögrenirken o yeni bir dil ekliyordu portfoliosuna. Hep zekiydi, çok zekiydi… Dedesi “Venüs yüzlüm”diye severdi Onu. Venüs’ün, Ay gibi Güneşin ışığını yansıtmadığını, bilakis kendisinin ışık kaynağı olduğuna inanırdı hep. Mezuniyetinden sonra Sarbonne Üniversitesinden akademik kariyeri için teklifte bulunulmuş olsada, O, ilk iş tecrübesini, hocalarınında referansıyla tercüman olarak Birleşmiş Milletler Cenevre Ofisinde yapacak, burda Ermeni asıllı bir petrol tüccarı olan Yohan Jorequdian ile tanışacak ve 2 yıl kadar süren bir serüvende başrol oynayacaktı. Herkesin herşeyi çokta bilmediği, ulaşmasınında zor ve külfetli olduğu yıllar, Avrupanın ortasında, ağır çekim bir film karesinde fragman oldu ikiside. Birileri sessiz film izlerken, onlar dublajı yaşadı. Pahalı davetler, su gibi harcanan para, lüks, şaşaa…Bir keresinde davetlerin birine kafese kapatılmış bir Albino bile getirdi Yohan. Her biri milyon değerinde, her biri sınırsız kadın, alkol, uyuşturucu içeriyordu. Ne yazıkki, bu tehlikeli yasak aşkın meyvesini, birlikteliklerinin 1. senesi az geçmişken acılar içinde, Sovyet Sosyalizmin en yıkıcı zamanlarından kalma çürümeye yüz tutmuş bir Bulgar Hastanesinde dünyaya getirecekti Leyla. Ahh Tanrım, Öyle bir zenginlikten böyle bir yokluğa…

Uyuşturucu ticareti, kanunsuz kumar oynatma, illegal örgüt kurma, bahis oyunlarına şike karıştırma gibi 11 ayrı suçtan aranan Yohan ise bir yandan köşe bucak Interpol’den kaçacak, diğer taraftan karısının, “Metres” ini öldürtmek için tuttuğu kiralık katilleri hep bir fazlasına satın alacaktı. Kadının, Yohan’ın hayatında pek önemi yoktu aslında, hiç bir zamanda olmamıştıda. Tek düşündüğü bebekti. Sanırım Leyla’nın zekasına aşıktı, doğurganlıkla birlikte o ışıltıyıda bir daha görememişti zaten. Gebeliği o kadar çileliydiki Leyla’nın, halini görenler ona acır, kurtulması için Tanrı’ya yakarırdı. Dedesi Hayfa’dan Akdenize bakarak iç cekiyordu. Ahh “zühreipeyker

******************

O gün ameliyathaneyi bok götürüyordu. Her köşe başında çürümüş insan organı kemiren sıçanlar, taşmış helaların dışkısına konan sinekler, pislikten katran bağlamış siyah beyaz kare fayanslar… Biraz kan bulaşmış önlüğünden doktor olduğunu düsündügüm bir adam yaklaştı. Ardında 2 genç kadın. Biri hemşirede diğeri neki? tam bir enkaz. Genç olmasına genç ama sol tarafı tamamen yanık… Ne yazık! Ozenli bir tedavi görememiş belliki, etinin parçaları yerli yerinde değil. Bir bakışı var, Yüce Râb sen esirge… Sanırsın Azrail lanetler okuyarak canımı almaya geliyor, gözünün akını emmiş siyah. Bana bakarak “Humd” dedi. Omurgamdaki kemikler yerinden oynuyor, çatır çatır çatlıyor, acı neki! Yaşadığım cehennem bu hep aynı, sadece telaffuzu farklı o kadar, bu yüzden aksanına çok dikkat etmedim, ardınıda çok düşünmedim. Ne demek istedi?… bilmiyorum. Benim derdim bana yeter, Tek isteğim kurtulmak. Kurtarıcım nerde?….Yohan….

Hemşireye benzeyen kadın “vuzpalenik” gibi bişey dedi Bulgarca biliyorum. Şu Slav dilleri hiç benlik değil. Doktor iyi derece fransızca biliyor, yari baygın başkasıyla konuşurken duydum. Tebessüm ettim. Canımı ona emanet ettiğimi bilmesini istercesine “sauver le docteur” dedim “sauver“. Ateşler içinde yanan bedenimi, yalvaran gözlerle, fırlattım çaresiz bu Anglosakson kılıklı adama… Tanımadığın birine güvenmek, tam bir yakarış…Trajedi… O ise sadece gülümsemekle yetindi. Artık bayılmak üzereyim. Tam 8 saat olmuş, ıkınmaktan dizlerim, kollarım, dilim…ah o çatallı dilim… Mecalim kalmadı. Suyum geldiğinde vakit kerahâttı, ben hala ıkınıyorum. Ve işte bayılıyorum… Doktorun sesi geliyor kulağıma “chienne“.
********************

Bir bebek aglıyor… Bir bebekse gidiyor “Anne” kokmayan ellerde…nereye?

-“çabuk ol, saat 7 olmadan yetiştirmeliyim bu Anunnakiyi”

-” Anunnaki neki Maru?”

-“Yazık! Kaderi ellerimde bir “Nutfe“…bir ayrık soyun dölü… İşine bak sen. Sür”

http://www.gagori.com

#maru #leyla #oyku #anunnaki #zühre #yohan #benimgagoriköykülerim

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s